Wikipedia'da ara

Arama sonuçları

1071 YALANI (MARİ TABLETLERİ VE TURUKKU KRALLIĞI)

Fırat kıyısında Mari bölgesinde ele geçirilen tabletlerin (MÖ.4000-2000) 13 tanesinde TURUKKU adlı bir kavimden söz edilmektedir.

 1071 YALANI
(MARİ TABLETLERİ VE TURUKKU KRALLIĞI)

Fırat kıyısında Mari bölgesinde ele geçirilen tabletlerin (MÖ.4000-2000) 13 tanesinde TURUKKU adlı bir kavimden söz edilmektedir. Sadi Bayram, bu tabletlerin Türkçe tercümelerini yayınlamıştır.

Önce Sümerlerin, daha sonra da Asurlular ve Babillerin egemenliğinde kalan Mari şehri, bugünkü Suriye sınırları içerisindeki Tell Hariri kentidir. Fransız Arkeoloji Enstitiüsü’nün 1933-1939 yılları arasında yaptığı kazılarda ortaya çıkarılan Mari şehrindeki kraliyet sarayında Asurlulara ait MÖ. 1870-1740 yılları arasında yazılmış bir çok çivi yazılı tablet bulunmuştur. Bugün Louvre Müzesi’nde sergilenen Akadca yazılmış bu tabletlerin metinleri Fransıza tercümeleriyle birlikte Georges Dossin tarafından 1950 yılından itibaren yayınlanmaya başlanmıştır.

Dört cilt halinde yayınlanan bu Mari tabletlerinin 13 tanesinde toplam 22 defa “Turuku”, “Turukku”, “Turukki, ve “Turuk” biçiminde bir kavim adı geçmektedir.

Bu tabletlere şöyle birkaç örnek vermek mümkündür:

16 numaralı tablet : “…Uyuyanları uyandıran ve uyandırdıklarına hiç tayın vermeyen Turukkular gibi yapacağız”.

21 numaralı tablet : “…Bu akından beri Turukkular’ın sayısı fazla görünmüyor. Fakat artabilir. Onlar gelmeye devam edecekler.”

22 numaralı tablet : “…Bana yazdığın Turukkular’la ilgili haberler değişti.”

23 numaralı tablet : “… Bana Turukkular hakkında yazmıştın. Turukkular’ın çıkış hareketinde bulundukları gün çok meşgul olduğumdan sana haber veremedim.”

87 numaralı tablet : “…Kral bana herşeyden önce, Turukkular’ın hücum ettiklerini, Nithim’i kuşattıklarını yazdı.”

Güneydoğu Anadolu’da yaşayan, savaşçılıkları ile Orta Asya Türk akıncılarını andıran, ana merkezden yaklaşık 400 km. uzaklaşıp, düşman ordugâhlarına saldıran bu Turukkular, Türk’ten başka kim olabilir ?

Bu tabletlerde ayrıca Asur Kralı Şamsi Addu’nun oğlu İsme Dagan’ın Turukularla barış imzaladıktan sonra, Turukulardan Zazaya’nın kızını oğlu Mutasgur’a gelin almıştır.

Yine bu tabletlerde Turukuların Asurlulara Ahazim bölgesinden saldırdıkları anlatılmaktadır. Burada sözü edilen “Ahazim” bölgesi MÖ. 2300’lerde Türklerin ve Hurrilerin yerlişim bölgesi olan “Harizm” bölgesi olmalıdır. “Harizm” adı da büyük ihtimalle “Hurri” sözcüğünden gelmektedir.

MÖ. 2000’LERDE ANADOLU’DA TÜRK ADI

Batı merkezli tarihin esiri bilim insanlarınca “MÖ.2000’lerde Anadolu’da Türk yoktur!” denmesine karşın arkeolojik, filolojik ve etnolojik bulgular Eski Çağ’da Anadolu’da Türklerin yaşadığını göstermektedir.

Türklerin MÖ 2. Binlerde Kuzey Mezopotamya ve Doğu Anadolu civarında yaşadıklarını kanıtlayan bu belgelerden biri Asurlulara ait tabletlerde geçen ve Arkeolog Dossin’in, “TUUR” ve “TURAN” biçiminde okumuş olduğu bir kelimedir.

Antik Çağda İç Anadolu’da, Kilikya ve Kapadokya bölgesi civarında kullanılan bazı kral, tanrı ve yer yurt adlarının, Çin kaynaklarında görülen, “Türk” adının türevlerine fazlaca benzerlik göstermesi, “MÖ. 2000’lerde Anadolu’da Türklerin yaşadığı” tezini güçlendirmektedir. J. G. Frazer bir yazısında bu konuda şu düşüncelere yer vermiştir:

“Bütün dağlık Batı Kilikyası’nın, sonraları Greklerce Zeus diye sayılıp kabul edilen, bir tanrıyı kişiliğinde simgeleyen papaz krallar tarafından yönetildiğini biliyoruz. Bu kralların çoğunun adı ya Ajaks ya da TEUKEROS idi. Bu adlar Kilikyalı adların Grekçeye çevrilmiş biçimleri idi.

Teukeros sözcüğü Kilikya krallarında sık sık rastlanan TRAK, TROK, TURKU ve TROKA adlarının Grek söyleyişine uydurulmasından ileri gelmişe benziyor.

Unutulmamalıdır ki, Korikos mağarasında –Kilikya’da- Zeus’un papazlarının adları arasında sık sık Tarkuvaris, Tarkumbiyos, Tarkimos, Trokoarbasis ve Trukumbigremis gibi adların arasında Grekçe Teukuros adı görülür. Hitit tanrısı Teşüp’ün bir adının da Torkom olduğu unutulmamalıdır.”

Kilikya ve Kapadokya krallarında sıkça rastlandığı söylenen bu adlar çok tanıdıktır. Türk adının zaman içindeki ses değişimi izlendiğinde geçmişte Türklere, “Trak”, “Türü”, “Töre”, “Türük”, “Turuk”, “Tork” gibi adlar verildiği görülecektir. Dolayısyla Kilikya krallarına verilen “Trak”, “Trok”, “Turku” gibi adların değişik coğrafyalarda Türklere verilen adlara birebir benzemesi, ilk çağda Kilikya ve Kapadokya bölgesinde yaşayan halkın “Türk kökenli” olabileceğini düşündürmektedir.

Bilindiği gibi bu bölge daha sonra Hititlerin yerleşeceği İç Anadolu ve civarıdır.
Selahi Diker, “Kapadokya” adının da Türkçe olabileceğini ileri sürmüştür. Kapadokya adının Akamen Elamcasıyla: “Ka-ut-ba-du-ka” biçiminde yazıldığını ve Türkçe “Kt-batuk-ya” yani (Het-batuk-ya) biçiminde yazılması gerektiğini ileri süren Diker, bu sözcüğün anlamının ise: “Hatti halkının battığı ülke” olması gerektiğini belirtmiştir. Diker, Hatti-Hitit ve Türkçe Battı-Batık sözcükleri arasındaki ilişkiye dikkat çekerek: “Her ne kadar adını Galata sınırındaki Kappadoks ırmağından aldığı söyleniyorsa da (Strabon, s.291) bu bizim yorumumuzu değiştirmez. Zira, bu ırmak adı da hemen hemen aynı etimolojiye sahiptir: Kappadoks – Kappadok-s Türkçe Kt-patuk –su “Hattilerin battığı ırmak…” biçiminde bir değerlendirme yapmıştır.

Anadolu’da MÖ. 2. Binlerde Türklerin yaşadıklarını gösteren en önemli kanıtlardan biri Antik kaynaklardaki bazı yer adlarıdır. Örneğin, Antik kaynaklarda Anadolu’da TAUR adını taşıyan dağlardan söz edilmektedir (Pontus Tauru, Anadolu Tauru). Taur sözcüğü “dağlı insanlar”, “dağlılar” anlamında Türkçe kökenli bir yer adıdır. Tau/taw/tav “dağ” ve ar/er “insanlar” sözcüklerinden oluşmuştur.

BULAMAÇ HÖYÜK HEYKELİ VE ÖN TÜRKLER

Erzurum’un Pasinler ilçesi yakınlarında Bulamaç Höyük kazısında MÖ. 1100-1500 yılları arasına tarihlendirilen bir insan başı heykelciği bulunmuştur. Yapılan analizler sonucunda yumurta büyüklüğündeki insanbaşı heykelciğinin Proturklere ait olduğu anlşılmıştır.

Pasinlerde, MÖ. 1100-1500 yıllarına ait heykelcikte, Orta Asya Türk eserlerinde bulunan “bıyık”, “keçi sakal” gibi detaylar yeralmaktadır. Heykel başının en öenmli özelliği göz, ağız, bıyık ve sakalının Asyetik unsurlar barındırmasıdır. Yrd. Doç. Dr. A. Semih Güneri, bulunan arkeolojik eserler hakkında yaptığı açıklamada, “Türkçe konuşan kabilelerin MÖ. 3000’den itibaren Doğu Anadolu’ya gelişlerine ilişkin arkeolojik belgeleri 10 yıllık çalışmayla gün ışığına çıkardıklarını” belirterek, “Ermenilerin yörede 6. Yüzyıldan itibaren yaşadığı iddia ediliyor. Bulamaç Höyük kazılarında Türklerin buralara 1000 yıl daha erken geldiğini kanıtlayan bulgular bulduk” demiştir.

DPT tarafından desteklenen OTAK (Orta Asya’da Türk Kültürünün Arkeolojik Kaynakları) projesi kapsamında Pasinler Ovası Bulamaç deresi yakınlarından bulunan Bulamaç Höyük I’de Ortaçağ ve Urartu dönemi arasındaki kültürlere, Bulamaç Höyük II’de ise Son Tuç çağına ait surlar ve küplere rastlanmıştır.

Bulamaç Höyük kaızlarında bulunan baş heykelciği, Türklerin Anadolu’da 3500 yıldır yaşadığını kanıtlayan son arkeolojik bulgulardan biri olması bakımından son derece önemlidir.

HAKKARİ TAŞLARI VE ÖN TÜRKLER

“Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” sözü aslında bilimi tanımlamak için kullanılabilecek en güzel ifadelerden biridir; çünkü bilimde “mutlak doğru” diye birşey yoktur. Tarih biliminde de yeni bilgi ve bulgular eski bilgi ve bulguları değiştirir. Tarih ve arkeoloji bilimleri öteden beri tarihi gerçeklerin değişebileceğini göstermiştir. Örneğin, yeni bulunan Hakkari Taşları, Eski Türk Tarihi hakkında bilinenleri değiştirecek türdendir.

Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Veli Sevin ve eşi Doç Dr. Necla Sevin başkanlığında bir ekip tarafından 1998’de Hakkari’de yapılan kazılarda ele geçirilen 13 adet dikili taş, başlangıçta Batılı bilim çevrelerinde heyecan yaratmış, dünyaca ünlü “National Geograpic” dergisi bu konuda 2 sayfalık bir yazıya yervermiş, Amerikan Arkeoloji Enstitüsü’nün yayın organı olan “Archeology” dergisi de 2000 yılı Ağustos sayısında Veli Sevin’in kazı çalışmalarına tam 8 sayfa ayırarak, Hakkari Taşları’nı dünyaya duyurmuştur. National Geographic Dergisi’nin haberinde Hakkari Taşları’nın Anadolu, Orta Asya ve Avrasya uygarlıklarıyla ilgili ip uçları vereceğini belirtmesi son derece anlamlıdır.

Hakkari Taşları’nı bulan Veli Sevin o günlerde Hürriyet gazetesine verdiği bir demeçte şunları söylemiştir:

“Üç yıl önce kepçeyle kazı yapan bir kişi, tarihi kalıntıları görünce valiliğe haber verdi. Kültür Bakanlığı kazı başlattı. Bölgede dikilitaşlarla birlikte, içinde 50’ye yakın iskelet ve bazı eşyalar günışığına çıkarıldı. Bunlar çok önemli arkeolojik eserler. Dikilitaşların dönemin kralları tarafından oluşturulan sitelerde kullanılmak üzere yapıldığını belirledik. Yaptığımız çalışmaların meyvelerinin uluslar arası dergilerde yeralması ve Türkiye’den övgüyle sözedilmesi bizi grurlandırdı. Önümüzdeki yaz (2001) dikilitaşların kökenini araştırmak üzere Doç. Dr. Necla Sevin’le birlikte Orta Asya’ya giderek araştırmalar yapacağız.”

Hakkari Taşları, Türk Tarih Tezi üzerinde yeniden düşünülmesi gerektiğini göstermektedir. Artık bilim insanlarımızın, “Antik çağlarda Anadolu’da Türk yoktu, Türkler 1071’de Anadolu’ya girdi!” biçimindeki “genel kabulun” esiri olmaktan kurtulup 1998 yılında Hakkari’de bulunan taşlara göz atmaları gerekmektedir

Hakkari Taşları, Türklerin ilk yaşadıkları yerlerden birinin Doğu Anadolu ile Hazar Denizi arasındaki bölge, yani Kafkaslar olabileceğini düşündürtmektedir.

MS. 6. yüzyıl Çin kaynakları, Türklerin atalarının Hsi Hai (Batı Denizi)’nin batı kıyılarında yaşadıklarını, sonraları buradan doğuya doğru göç ederek Turfan Havzası ve Ergenokon’a yerleştiklerini yazmaktaydı. Kimi tarihçiler, Çince Batı denizi denilen yerin Hazar Denizi olduğunu ileri sürerken, kimileri Batı denizinin Aral ya da Isık gölleri civarları olduğunu ileri sürmektedir.

Hakkari Taşları diye adlandırılan bulgular, ilk dikildikleri şekli koruyan, insan biçiminde ve 13 adet dikili taştır. En ilginci söz konusu taşlar eski Anadolu ve Ön Asya kültürüne yabancı özellikler taşımaktadır. Ön yüzlerinde kabartma ve çizgi tekniğiyle yapılmış resimler vardır. Taşlar cepheden görünen çıplak ve güçlü bir erkek figürü biçiminde yontulmuştur. Balta, hançer, mızrak, topuz gibi madeni silahlarla donatılmış figürler birer kahraman savaşçıya benzemektedirler. Çadır resimleri, yaşamlarını bozkır çadırlarında geçirdiklerini göstermektedir. Figürlerin üzerindeki işaretlerden taşların ait olduğu toplumun at kullanmayı da bildikleri anlaşılmaktadır.

“Hatta tüm koşum donanımlarıyla betimlenmiş bir süvari figürü Yakın Doğu’nun bilinen en eski örneği durumundadır. Dikili taşlardan ikisi silahsız kadınlara aittir. Bunlardan biri 3.30 metre boyundadır. Yerel bir hanedana ait bu taşlar, İÖ. 1450 ile 1000 yılları arasında ölmüş ataları anma amacıyla bir tür mezar taşı olarak yapılmıştır.”

Eski Çağ Tarihçisi Veli Sevin, Hakkari Taşları’nın Ön Türklere ait olduğunu düşünmektedir. Sevin: “Orta Asya ile Şaşırtıcı Paralellik” başlığı altında Hakkari Taşlarıyla Orta Asya’da ele geçirilen Türklere ait dikili taşları karşılaştırmıştır:

“Hakkari taşları, gerek ikonografik, gerekse felsefi açıdan kuzeyin Avrasya bozkır inanışlarına yakın özellikler taşır. (…) Hakkari taşlarının en ilginç yönü, kahraman figürlerinin göğüsleri üzerinde sıkı sıkıya (olasılıkla deriden) bir kırba (tulum) taşımasıdır. Merkezi konumlu bu içki kabı tüm sahnenin odak noktasıdır. Bu kabın simgesel açıdan büyük önem taşıdığı, savaşçının tüm kahramanlıkları ile silah ve eşyalarından ön plana alınarak belirginleştirilmiştir. En erken örnekleri Hakkari ve İran Azerbaycan’ında ortaya çıkan bu ilginç poz, taşları Batı Avrupa ve Güney Rusya –Ukrayna’daki en eski benzerlerinden ayırır. (…) Buna karşılık Orta Asya’da Kırgızistan, Kazakistan, Batı Çin ve Moğolistan’da yüzlerce benzer söz konusudur. Hakkari taşlarıyla Orta Asya’dakiler arasındaki paralellik şaşırtıcıdır.”

Sevin, Hakkari Taşları’nın Orta Asya’daki örneklerden daha eski olduğunu, dolayısıyla bilinenin aksine Anadolu’dan Orta Asya’ya tersine bir göçün söz konusu olabileceğini ifade etmektedir.

Veli Sevin, yaptığı araştırmalar sonunda Hakkari Taşları’nı MÖ. 2030-1690 arasına tarihlendirmiştir. Bu tarihlendirme MÖ.2.Binyılın ortalarına denk gelmektedir ki, aynı dönemde Anadolu’da Hitit İmparatorluğu hüküm sürmektedir. Üstelik Hitit İmparatorluğu, Hakkari Taşları’nın bulunduğu Doğu Anadolu’ya kadar yayılmıştır. Bu durum Hakkari Taşları’nı yaratan uygarlıkla Hititler arasında bir ilişki olabileceğini göstermektedir. Veli Sevin de bu duruma dikkat çekerek Hakkari Taşları, Hititler ve Orta Asya arasında bir ilişki olduğunu ima etmektedir:

“İÖ. 2. Binyılın ortalarında Anadolu’da Hitit İmparatorlarının hüküm sürdüğü yüzyıllarda Hakkari yaylalarını yurt tutmuş bir hanedana ait bu türde taşlar Yakındoğu’ya büyük çapta yabancıdır. Ancak, Azerbaycan ve İran Azerbaycanında, Hazar Denizi’nin batı ve güneybatısındaki Aşhanekeran, Dübendi ve Erdebil yakındaki Meshkin Shar Ovası’nda çok sayıda stelin ( dikili taşın) varlığı bilinmektedir. Güneydoğu Anadolu’da Garzan Ovası ve Antakya yakınındaki Tell Açana’nın V. Tabakasında benzer birkaç örnek bulunmaktadır. Bununla birlikte çıplak savaşçı avcıları betimleyen bu türde stellerin en erken örnekleri İÖ. 4. Binyılın ikinci yarısında Kuzey Karadeniz Bölgesi, özellikle Ukrayna ve Kırım’da görülür. Bunlar zaman içinde batıda Portekiz ve İspanya’dan, doğuda Moğolistan ve Çin’e yayılan geniş bir coğrafyada binlerce örnekle ortaya çıkar.

Orta Asya’da İÖ. 3000’den İS. 12, 13. yüzyıllara değin çok uzun bir süre çeşitli halklarca kullanılmışlardır. Kırgızistan, Kazakistan, Altay, Sbirya bölgeleri, Tuva yöresi ve Moğolistan’da geniş alanlara dağılan Orta Asya stellerinin en çarpıcı özelliği Hakkari’dekiler gibi iki ellerinde daima bir kap tutuyor olmalarıdır. Bu özellik derin anlamları olan simgesel bir sözlük görünümündedir. Binlerce yıldır unutulmayan bu gelenek Hakkari stelleri ile Orta Asya stellerini birbirine yaklaştırır.”

Veli Sevin, Hakkari Taşları’nı yaratan uygarlığı Orta Asya’ya bağlarken MÖ. 2.Binlerde Doğu Anadolu’da yaşayan bir Orta Asyalı kavimden, Turukkular’dan da söz etmektedir.

1998 yılında Hakkari Taşları’nın bulunmasıyla “Eski Anadolu’da Türk olmadığı” genel kabulüne çok ciddi bir darbe vurulmuştur. Söz konusu taşlar, eski Anadolu’da Türklerin yaşadığının en güçlü kanıtlarından biridir. Eski Çağda Anadolu’da Türklerin yaşadığını gösteren, Hakkari Taşları, “Hititlerin Türklüğü Tezi”nin üzerinde daha fazla düşünülmesi gerektiğini ve “Türklerin Anadolu’ya 1071’de girdikleri” bilgisinin artık sorgulanması gerektiğini çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır.